Programcımız İncilâ Bertuğ'un 6 Şubat 2002'de, sanatçının ölümünün 42. yılı için Açık Radyo'ya yazdığı ve Açık Kitap'ta Selahattin Pınar maddesinde yer alan yazıyı Pınar'ın 62. ölüm yıldönümünde yeniden paylaşıyoruz.
(Bu yazı Açık Kitap'taki 'Selahattin Pınar' maddesinden alınmıştır.)
“Kırk yıla yakın bir zamandan beri İstanbul’un havasında bir Selahattin Pınar musikisi dolaşır.” Ölümünden bir yıl sonra gazeteci, şair Baki Süha Ediboğlu, kaleme aldığı yazıda Selahattin Pınar’ı böyle biçimlemektedir. Gerçekten de Selahattin Pınar, Beyoğlu’nun arka sokaklarından Nişantaşı apartmanlarına kadar her semtten, her kesimden İstanbullu’nun aşklarının hüzünlerini, hatta ıstıraplarını yansıtmış; güfte seçiminde ve kurduğu melodik yapılarda hiçbir zaman kolaya ve basite kaçmadığı halde zamanının en tanınmış, en sevilen bestecilerinden biri olmuştu. Zira o dönemde İstanbul henüz büyük göç almamış bir şehirdi ve halkının yaşamı alaturka musiki ile iç içeydi.
Nitekim Selahattin Pınar “Delisin deli gönlüm” mısrasıyla başlayan Beyâti şarkısını Kazancı yokuşundan aşağı inen bir macuncunun söylediği maniden etkilenerek bestelemişti. Anlaşılan o devirde İstanbul’un sokak satıcıları dahi hâlâ geçmiş musikinin seslerini terennüm etmekteydi.
70’li yıllara kadar, ve belki daha da sonraları sevdiği kızdan yüz bulamayan veya incitilen binlerce gencin duygularını yansıtan pek çok şarkının olduğu gibi meşhur Kürdilihicazkâr şarkısının da (Nereden sevdim o zalim kadını/Bana zehretti hayatın tadını) bestekârı olan Selahattin Pınar kimdir?
22 Ocak 1902 yılında İstanbul’da Altunizade’de doğdu. Babası Sadık Efendi’nin kadılık görevi nedeni ile ilk ve orta öğrenimini çeşitli yerlerde tamamladı. Babasının Denizli milletvekili seçilmesi üzerine aile 1914’de İstanbul’da Üsküdar’a yerleşti. Pınar bir süre İtalyan Ticaret mektebine devam etti ise de musikiye yoğun ilgisi nedeniyle yarım bıraktı. İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebinde Medeni Hukuk Müderrisliği yapan babası ve ud çalan annesi musikiyi çok sevdikleri halde oğullarının profesyonel müzisyen olmasını istemiyorlardı. Buna rağmen Pınar 12 yaşında gizli gizli ud çalmaya, lisede okurken de o zamanın meşhur saz yeri olan Samatya’da haftada üç gün saza katılmaya başlamıştı. 17 yaşında udu bırakıp tanbur çalmaya başladı ve bundan böyle Tanburi Selahattin olarak tanındı. 1919 yılında ilk şarkısını besteledi.
Babasının Dayak Attırması Dahi Onu Engelleyemedi
1918-19 yıllarında Beşiktaş Jimnastik Kulübü bünyesinde o zaman Akaretler’de cadde üstünde bulunan ve Neyzen İhsan Bey’in hocalık yaptığı Beşiktaş Musiki Kulübü’ne Şerif İçli ve ağabeyi İbrahim İçli ile birlikte devam etti. Buraya devam ettiği günlerden bir gün onları takip eden babası Beşiktaş’ta bir muhallebicide oturdukları sırada hizmetlisine her üçünü de dövdürdü. Bütün bu engellemeler fayda etmedi. Pınar askerliğini yaptıktan sonra Kadıköy Kuşdili’nde Hamdi’nin gazinosunda çalışmaya başladı. 1920 yılında Üsküdar’lı Ata Bey, Udi Sami Bey, Darülaceze muhasebecisi Selahattin Bey ve Osman Bey ile birlikte Atâ Bey’in Üsküdar’daki evinde daha sonraları ‘Üsküdar Musiki Cemiyeti’ adını alacak olan ‘Dâr-ül Feyz-i Musiki Cemiyeti’ni kurdu. 1921 yılında bu Cemiyete saz hocası oldu. Musiki alanında, Bestenigâr Ziya Bey, Neyzen Yusuf Paşazade Celal Bey, Kaşıyarık Hüsamettin Bey, Kazım Uz ve Ali Rıfat Bey’den yararlandı. 1923 yılında Askeri Müze Mehter Mızıkasına öğretmen yardımcısı oldu. 1933 yılında ilk kadın tiyatro sanatçımız Afife Jale ile evlendi. Bu evlilik 6 yıl sürdü. İkinci evliliğini 1939 yılında ölünceye kadar birlikte olduğu Atıfet Hanım’la yaptı.
(Selahattin Pınar, 1933 yılında Afife Jale ile evlendi, bu evlilik 6 yıl sürdü.)
Selahattin Pınar, 2001 yılında 6 Şubat 1960 Cumartesi akşamı 19.30 civarında, Kalamış’ta, şimdi Ziraat Bankası’nın sosyal tesisi olan, o zamanki adı ile Todori’de arkadaşları ile birlikte yemek yerken geçirdiği bir kalp krizi sonucu öldü. Ölümünden bir hafta sonra Sabite Tur (Gülerman) “Söndü yâdımda akisler gibi aşkın seheri” mısrasıyla başlayan Evcara şarkısını Selahattin Pınar’ın mezarı başında okudu. Üsküdar Doğancılar’da ve Kalamış’ta eski Todori’nin karşısındaki sokağa adı verildi.
Tüm geçimini zamanının Turkuaz (Beyoğlu), Belvü (Harbiye-Fenerbahçe), Küçükçiftlik (Dolmabahçe), Tepebaşı, Panorama gibi ünlü gazinolarında çalıp söyleyerek ve taş plaklara okunan şarkılarının geliri ile sağladı.
“Kendimi Kelimeye Ezdirmem!...”
Güfte seçiminde çok titiz davranan Pınar, hem bu güftelerin taşıdığı ahengi bozmamaya hem de kendi kişiliğini korumaya özen gösterirdi. Pek çok şiiri değişik bestekârlar tarafından bestelenen Selim Aru’nun bir şiirini neden yıllardır bestelemediği sorulduğunda: “O şiirde sözlerin kendilerine has bir müzikalitesi var; ben o gizli nağmelerin üstüne çıkmadıkça kendimi kelimeye ezdirmem.” demesi, bestekârlık anlayışının tam ifadesi olmuştu.
En çok, “Benim şairlerim bunlar” dediği Mustafa Nafiz Irmak ve Vecdi Bingöl’ün güftelerini besteledi. Ancak, meşhur hicaz şarkısı ‘Bir Bahar Akşamı Rastladım Size’nin şairi Fuat Edip Baksı için de “Şarkılarımı ondan önce ve ondan sonra diye ikiye ayırmak gerekir” ifadesini kullanmıştı. Gerçekten de Selahattin Pınar’ın daha önceki şarkılarında geleneksel tavrın hissedilmesine karşılık, bu hicaz şarkıdan sonra eserlerinde yepyeni ve ‘nev’i şahsına münhasır’ denebilecek bir ifade oluşmuştu.
Selahattin Pınar’ın tüm şarkılarında İstanbul şehir kültürünün o güne yansıyan ifadesi vardır. Hüzünlüdür, hatta zaman zaman karamsardır ama her zaman incelmiş, zarif ve şehirlidir. Özel ve derinliği olan icralar gerektirir.
Beyati ‘Delisin Deli Gönlüm’, kürdi- lihicazkâr ‘Ne Gelen Var, Ne Haber’ gibi bazı şarkıları da fasılların vazgeçilmez eserleri olmuştur.
Ders verdiği sanatçılar arasında Müzeyyen Senar, Necmi Rıza Ahıskan, Hamiyet Yüceses, Mefharet Yıldırım, Lütfi Güneri, Selahattin İçli gibi birçok ses sanatçısı ve bestekâr yer alıyordu. 150’yi aşkın bestesi olduğu halde 84 tanesinin altına imzasını atacağını söyleyen bestekârın en çok kullandığı makamlar hüzzam, hicaz ve kürdilihicazkâr idi. Ancak, en sevdiği makam kürdilihicazkâr olduğu için 22 eserini bu makamdan bestelemişti. Yine de Cevdet Çağla’nın “Şimdi hâtırda mıdır âşık-ı nalân acaba?” mısrasıyla başlayan şarkısı için “Bu kadar kürdilihicazkâr yaptım, böyle ‘acaba’ diyemedim.” diyerek, kibirli olduğu ve hiç kimseyi, hiçbir şeyi beğenmediği yolundaki eleştirilerin ne kadar haksız olduğunu ispat edecekti. Bir musiki sohbetinde kemençeci Aleko Bacanos bestekârlığına dokunan bir soru sormuştu. Selahattin Pınar sinirlenerek “Ben birinci sınıf bestekârım.” demişti. Mecliste bulunan kemani Nubar Tekyay “Sen birinci sınıfsan Saadettin Kaynak kaçıncı sınıf oluyor” diye sorunca cevabı şu olmuştu; “O lüks sınıftır.”
En uzun ömürlü olduğuna inandığı bestesi “Ne yapmak istedimse bu şarkıda yaptım” dediği hisarbuselik şarkısıdır.
Beni de alın ne olur
Koynunuza hatıralar,
Dolanıp kalayım bir an
Boynunuza hatıralar...
Mısır yapımı üç filme de özel besteler yapan Pınar’a 1950 yılında Sabite Tur’la birlikte başrollerini paylaşacakları Köyümün Zeynebi adlı bir filmde musiki muallimliği rolü teklif edilmişti, ancak bu teklifi iki sanatçının da kabul etmediğini biliyoruz.
Hayatı Güzel Yaşamak ve Musiki
Sabah 09.00’da kalkar, kahvaltıdan sonra 2-3 saat yemek yapar, öğleden sonra yeniden yatar, akşam 18.00’de evden çıkar, sabaha karşı gelir, Nedim’den birkaç satır okumadan uyumazdı. Şairlerden Orhan Veli’yi, Türk Müziği icracılarından şarkılarının çoğunu plağa okuyan Sabite Tur’u beğenirdi. Kendisini en etkileyen erkek sesi ise Münir Nurettin Selçuk’tu.
Selahattin Pınar hayata güzel yaşamak ve musiki için gelmişti adeta. Çok şık ve temiz giyinir, vapurda karşısına uyumsuz giyinmiş biri otursa yer değiştirirdi. 200 civarında kravatı olduğu söylenirdi. Her biri çok özel seçilmişti. Bir gün çok sevdiği dostlarından ve ‘Hatıralar’ şarkısının güfte yazarı Baki Süha Ediboğlu kravatlarından birini eleştirecek olmuş, Pınar müstehzî bir gülüşle şu cevabı vermişti. “Dostum, bana bak, bestelerimi, şarkılarımı tenkid edebilirsin ama kravatlarımı asla!”
Yazları Piyanist Feyzi Aslangil, Kemani Necati Tokyay ve Selim Aru ile birlikte bugünkü Migros’un olduğu yerde bulunan Caddebostan plajından denize girer, kendisine ait deniz motoru ile balık tutardı. Aşçılığı, özellikle mezeleri meşhurdu. Mayonezli ıstakoz, kırlangıç çorbası, bakla ezmesi, pilav, elde açma, yirmi katlı su böreği en güzel yaptığı yemeklerdi. Yaptığı yemekleri ikram etmekten çok hoşlanır, methedilmezse kızardı. Sigarayı ve rakı içmeyi çok severdi. Dostlarıyla en sık gittiği yerlerden biri de Kalamış’taki Todori idi. Ölümünden sonra burada uzun yıllar, öldüğü gün olan 6 Şubat akşamı toplantılar yapıldı.